Dindarlığın tezahürleri

Allah katında makbul ve muteber Müslüman, iman ve takvasını hayatına yansıtan insandır. Yüce Rabbimizin ifadesiyle gayba iman ettikten sonra sâlih amellerle imanının meyvelerini deren kişidir.

Hakiki mümin ancak kendisinin ahlâk, fazilet ve takva ile üstün olacağının bilincindedir. Bu sebeple insanları değerlendirirken, makamlarını, paralarını; dil, ırk ve renklerini değil, mânevi ahlâkî ve insanî özelliklerini dikkate alır. Asalet ahlâka bağlılıkta Cenab-ı Hakk’a kullukta, Resulü’nün yaşadığı gibi yaşamaktadır.

Aziz Kardeşlerim,

Doğru anlamıyla dindar insan, başkalarına hüsn-i zan besler, mütevâzi olur, hiçbir zaman büyüklük iddiasında bulunmaz. Çünkü İslâm ahlâkında iman, ibadet ve ahlâkıyla övünmek doğru değildir.

Hayır-hasenatı bile sevabı kaçmasın diye gizli yapan Müslüman “sağ elinin verdiğini sol elinden”[1] gizlemeye çalışır. Verdiğinin karşılığını sadece Allah’tan beklediği için, mümkün mertebe gösterişten, hayrını açıklamaktan kaçınır. Önce âhiret boyutlu düşünür. Dünyada kendisini emanetçi bilir. Asıl yatırımını daimî, bakî ve kalıcı olana yapar. Her işinde, “Rabbim razı olsun, yeter!” diye düşünür.

Kul hakkı yeme korkusu, müminin kalbini titretir. Bağışlanması çok zor olan kul hakkını yemektense, aza kanaat eder. Gönül kırmaktan hep uzak durmaya çalışır.

Aziz Kardeşlerim!

Hakiki dindar, düşmanına bile dürüst davranır. Çünkü o, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”[2] buyruğunu Rabbinden alınca, ‘”Bu sûre beni ihtiyarlattı!,”[3] diyen Yüce Resûl’ün bağlısıdır. En önemli uyarıyı bile incitmeden yapabilen bir nezâketin temsilcisidir. Hakiki dindarın nezaketi bir üslûp inceliği olarak yansır muhatabına… Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü hoş gören ve seven bir anlayışın insanıdır o… Günaha kızar, ama günahkâra acır ve onu kurtarmaya, günah ile günahkârı birbirinden uzaklaştırmaya çalışır. Bütün müminleri bir vücudun azaları gibi görür, dertleriyle dertlenir, sevinçleriyle mutlu olur.

Dindar insan dünyadan kopmaz; müteşebbistir, çalışkandır. Ama asla aç gözlü değildir. En iyi neticeyi almak için, bütün helâl ve meşru yolları dener. Ancak sonuç ne olursa olsun razıdır. Rızkı verenin Allah olduğuna inanır. Kanaatin, bitip tükenmeyen bir hazine olduğunun idrakindedir.

Mümin, herkesin iyiliğini isteyen ve bunun için elinden geldiğince çalışan bir gönül adamıdır. Gönlündeki iman zenginliği ile her daim mütebessimdir, etrafına neşe ve huzur dağıtır.

Nihayet Peygamberimizin ifadesiyle “Müslüman, elinden ve dilinden insanların güvende olduğu kişidir.”[4]