Kaderimiz yazılı olduğu halde dua etmenin önemi

Allah, (o yazıdan) dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Ana kitap (olan Levh-i Mahfuz) ise O’nun katındadır.” (Ra’d, 39)
Allah’ın (cc) Zatı, ezeli ve ebedi olduğu gibi Zatına ait bir sıfat olan ilim sıfatı da ezeli ve ebedidir. Allah (cc), ilmiyle bizlerin neler yapacağını ezelden bilip Levh-i Mahfuz'a yazmıştır. Bu levha değişikliğe uğramaz.
Bazı hadislerde kaderin bir takım şartlarla değişebileceği ifade edilmiştir. Bu değişiklik hakiki manada Levh-i Mahfuz'da olan bir değişiklik değildir. Çünkü Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde değişiklik olmaz. Allah (cc) her şeyi son şekliyle bilir.
Bir de bir takım şartların yerine getirilmesi ile değişebilen bir kader vardır. Buna Levh-i Mahv ve İsbat ya da Levh-i Muallâk yani kesin olmayıp değişebilen levha denilir. Bu levhanın değişebilmesi mümkündür.
Mesela Levh-i Muallâkta, kişi evden çıktığında sadaka verirse başına gelecek trafik kazasından kurtulacak, eğer vermezse trafik kazası geçirecek şeklinde yazılmıştır. Burada kulun sadaka verip o kazadan kurtulmasıyla kaderi değişmiş olur.
Allah’ın “ata” “kaza” “kader” namında üç kanunu vardır. Kader bir şey hakkında verilen karar, Kaza bu kararın yerine getirilmesi, Ata ise verilen kararın yerine getirilmeyip hükmün iptal edilmesidir. Mesela; bir kişinin suçu dolayısıyla 10 yıl ceza alması kader, bu kişinin on yıl hapiste kalması kaza, hâkimin hükmü iptal ederek o kişiyi affedip kurtarması ise atadır.
Yapılan dualar, verilen sadakalar veya Allah’ın razı olduğu bazı haller, insanı musibetlerden ve sıkıntılardan korur. Böylece ata kanunu gerçekleşmesiyle kader değişmiş olur.
Demek kul bazı hallerde dua ve sadakası ile kaderini değiştirebiliyor.
Ancak unutulmaması gereken bir husus ta şudur ki; olacak hadiselerin son hali daha önce de belirttiğimiz gibi levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer hadisede kul dua ettiyse ve onun kaderi üzerinde tesiri olmuşsa, levh-i mahfuzda “kulun ettiği o dua ile beraber hadisenin gidişatı” yazılmıştır. Takdir onun duası iledir. Şart kısmı levh-i muallakta kalmıştır.
“Eğer dua ve sadakası olmasaydı ne olacaktı” sorusuna ise, bizler ehl-i sünnet olarak cevap veremeyiz. Şöyle olurdu ya da bunlar olmazdı ve yahut olurdu tarzında herhangi bir hükme gidilemez. O Cenab-ı Hakk’ın ilminde gizlidir.
Peki her dua kabul olur mu? Edilen her dua kadere etki eder mi?
Her duaya mutlaka icabet edilir
“(Habibim, ya Muhammed!) Kullarım sana benden sorarsa, şüphe yok ki ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm; öyle ise (onlar da) benim (rızam) için (davetime) icabet etsinler ve bana iman etsinler; ta ki hak yolu bulsunlar.” (Bakara, 186)
“Dua edenin ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür yahut ahirette mükâfatını bulur.” (Deylemi)
Her dua makbuldür, Allah (cc) katında karşılık bulur. Dualara icabet ise üç şekilde gerçekleşir:
1. Ya edilen duanın aynen dünyada eseri görünür.
2. Ya Allah-ü Teala kişiye istediği şeylerden daha hayırlısını nasip eder. (Zira istediklerimizin bizim için hayırlı mı şer mi olduğunu bilen O’dur (cc). Biz ise bundan aciziz.)
3. Ya da hayatı ebediye cihetinde kabul olur. Yani dua eden duasının neticesini cennet nimetleri suretinde alır.
Demek arzu ettiğimiz şeyler aynen vücuda gelmezse dua kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul oldu denilir.
Mesela; küçük bir çocuk hastalanarak doktora gider. Kendisine hangi ilacın iyi geleceğini bilmez. Fakat doktordan gözüne ilişen herhangi bir ilacı ister. Doktor da çocuğun hastalığını bildiği için hastalığına faydalıysa istediği ilacı ona verir. Veya çocuğun istediği ilaçtan daha etkilisini verir. Ya da ona zarar vereceğinden hiç vermez.
Bizim de dualarımıza Allah cevap vermektedir. Dualarımızın Allah tarafından kabul edilmesi misaldeki gibi bizim menfaatimize göre değişir. İstediğimiz bir şeyi Allah dünyada vermeyip ahirette bize verilebilir. Her zaman hakkımızda hayırlı olanı istemek en güzelidir.
Demek ki; dua ettim ama istediğim olmadı, ya da başıma gelecek şu hali duam engellemedi gibi düşünce ve sözler Cenab-ı Hakk’ın rahmetini ithamdır. Zira dediğimiz gibi bizler yaratılmış kullar olarak ilmimizin noksanlığından dolayı hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz. Sadece zahiri (görünen) sebeplere ve o anı değerlendirip, ona göre taleplerde bulunuyoruz.
Ancak sonsuz ilim ve hikmet sahibi olan Cenab-ı Hak elbette yaratmış olduğu kulları için en hayırlı olanı bilen ve isteyendir. Eğer dünyada bizim istediğimiz tarzda duamıza icabet etmiş ise bu O’nun rahmetinden kula verilmiş muaccel (acele) bir mükafattır.
O halde kul demelidir ki:
“Ya Rabbi, benim irade ve arzu ettiğimi bana ihsan buyurursan sana hamd ve şükrederim. Eğer arzu ettiğimin aksini tecelli ettirirsen, senin irade buyurduğunu memnuniyetle kabul eder ve onu benim arzumdan bin kat daha fazla rızayla ve neşeyle karşılarım.
Rabbim bana, benden daha şefkatlidir, benim iradem gibi şefkatim de cüz’idir. O halde o nihayetsiz rahmet sahibine tevekkül ediyorum. Ondan gelen her şey güzeldir. Onun verdiği dert de derman olur.”