Kelime-i şehadet ve kelime-i tevhidin hikmeti

KELİME-İ ŞEHÂDET :
İslâm'a girişin temel şartı olan bu şehadet cümlesi arapça bir cümle olup, tevhidi ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini ifade eder ve iki bölümden oluşur. Birinci bolümde Allah'tan başka ilah olmadığına, ikinci bölümde de Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Allah'ın kulu ve rasulü olduğuna tanıklık edilir. Bu tanıklık bir kimsenin her hangi bir zorlama ve baskı altında olmadan hür iradesiyle inancını dille açıklamasıdır. Anlamına gelince "Ben tanıklık ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine tanıklık ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür.” Başka bir ifade ile: “Ben Allah’tan başka hiçbir Tanrı olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanır ve tanıklık ederim." demektir.

İslâm’ın şartlarından biri olan kelime-i şehâdet'i kalple tasdik edip dil ile de ikrar etmek Müslüman olmak için, yeterlidir.

Kelime-i şehâdet'i söylemek, yani Allah’tan başka hiç bir ilah olmadığını, Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’nın onun kulu ve resulü olduğunu kalbiyle tasdik etmek, Müslüman olmak için temel şarttır. Bu, imanın özüdür.

Bir kimse, Allâh’tan başka ilah olmadığına inandığı, onun varlığını, birliğini, eşi-benzeri olmadığını tasdik ettiği halde, Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in peygamberliğini kabul etmiyorsa Müslüman olamaz. Kelime-i şehâdet bir bütündür; yarısına değil, tamamına inanmak gerekir.

Kelime-i Şehâdet veya Kelime-i Tevhid, Kur’ân-‎ı Kerîm’de ve hadîs-i ş‏erîflerde “Kelimetün tayyibetün (en güzel kelime)”, “Kelimetü’t- takvâ (Takvâ sözü)”, “Kelime-i ihlâs (İhlâslı‎ söz)”, “Kavl-i sâbit (doğru söz)”, “Dâvetü’l-hak (Hakk’‎ın Daveti)”, “Mekâlidü’s-semâvâti ve’l-ard (göklerin ve yerin anahtar‎)”, “Urvetü’l-vüskâ (sağlam kulp)”, “Semenühü’l-cenneh (cennetin ücreti)” gibi ifadelerle de methedilmi‏ştir.

Kelime-i Şehâdet’i yüce Allah (c.c.), İbrâhim Sûresi’nde kökü yerde, dallar‎ı gökte olan bir ağaca benzetir:



1/9



اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَآءِۙ ﴿24﴾ تُؤْت۪يٓ اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿25﴾ وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ ﴿26﴾

“Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman meyve verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. Kötü sözün durumu da, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.” [1] (İbrahim: 14/24-26)

Şüphesiz ki, sözlerin en güzeli, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatan ve her peygamberin tebliğ ve irşatta temel hareket noktası sayılan “Lâ ilahe illâllahtır.” Arş-i A'lâ üzerinde de yazılı bulunan bu mübarek ve kut­sal kelimeyi, manasını, amacını idrak içinde gönül toprağına ebediyet to­humu olarak atmak, ilim ve irfan suyuyla sulamak, kökü derinlerde, dal­ları göğe yükselmiş her an meyva veren bir ağaç gibi feyizli kılmak, Al­lah'a dosdoğru imân eden kimsenin tek amacı olmalıdır. Çünkü kalpte ye­şeren “Kelime-i Tevhîd” ağacı, imanı oluşturur. İbâdetler, hayırlar, iyilik­ler, faziletler ve güzel ahlâk bu ağacın aralıksız verdiği meyvalardır.



Ayrıca “güzel söz” çok yönlü bir tabirdir. Doğruluğu, zerafeti, güler yüzlülüğü, yakınlığı, kardeşliği, emniyeti ve huzuru telkîn eder. O bakımdan temelinde “Lâ ilahe illallah” bulunan güzel sözün birçok yararları söz ko­nusudur. Onları şöyle özetleyebiliriz:



a) Ruhlara serinlik, gönüllere yatışkanlık verir. İç sıkıntılarını giderir.



b) Kötü duygu ve düşünceleri yönlendirir, iyiye, güzele ve doğruya çevirir.



c) Kardeşlik, dostluk ve yakınlık bağlarını kuvvetlendirir. Toplumu bir­birine daha iyi kaynaştırıp bütünleştirir.



d) Aileye mutluluk, çevreye güven ve huzur havası estirir. O bakımdan

sıcak bir ilgi ve güvenli bir yaklaşıma neden olur.



e) Devlet bünyesinde kişilere şeref, itibar, sevgi ve saygı kazandırır. Vatandaşla devlet kadrosu arasında güven havası estirir. [2]



Kötü, kaba ve sert söz ise, bunların tam tersine bir yol açar.





2/9



Görüldüğü gibi, Kur'ân'ın eşsiz benzetmesiyle «imân», kökü çok derinlerde, dalları ise göğe yükselmiş, her an meyva veren bir ağaca benzetilmiştir. Bu bize neyi telkîn ediyor veya neleri öğretiyor? Tek kelimeyle, imân ile amelin birbiriyle ilgisini, aralarındaki bağın kopmazlığını haber ve­riyor. Zira gerçekten sağlam bir imân her yönüyle feyiz ve bereket kaynağı­dır. Rahmet saçan ürünleri birbirini izler, O bakımdan imânı amelden ayır­dığımız takdirde, kısmen olsun özelliğini kaybettirme tehlikesine kapı aç­mış oluruz. Bu, bir bakıma meyvasız ağaca benzer. Yararı çok az, feyiz ve bereketi noksandır.



Güzel sözün benzetildiği ağaç, dört sıfatla anılmıştır:



Kur'ân-ı Kerîm güzel bir sözü, güzel bir ağaca benzetirken o ağacı dört sıfatla anarak bize geniş, fakat üzerinde düşünmemizi ilham eden mânalar vermiştir:



1- O ağaç güzeldir. Bu, onun ya şeklinin, ya görünümünün, ya da kokusunun veya meyvasının güzel olduğunu anlatır.



2- Kökü derinlerde sabittir. Bu, onun bir dış tesirden dolayı devrilmeyeceğini, yerinden kopmayacağını ifade eder. Dış tesirle kopup devrilmeye yüz tutacak kadar güçsüz ve köksüz olsaydı, sözü edilen güzellik vasfını kaybederdi.



3- Dallan göktedir. Dallarının genişleyip yükselmesi, kökünün ve gövdesinin gücünü sim­geler. Aynı zamanda yeryüzünün bazı olumsuz tesirlerinden selâmette kal­dığını belirtir. O nispette de meyvaları tertemiz ve nefis olur.



Her an meyvasını verir. Bu kadar sağlam, yüksek ve verimli bir ağacın elbetteki istisnaî de olsa her zaman meyva vermesi beklenir. Allah'ın rızası, aklını kullanan her insanın böylesine feyizli bir ağaca sahip olmasını ister. Peygamber ve ki­tap böyle bir ağacın yetiştirilme yol ve yöntemini öğretir. [3]



İşte kalplerin derinliğine kök salan, hücrelere kadar inen sağlam bir imân da böyledir.

Görüldüğü gibi müfessirler buradaki “güzel söz” den kastedilenin Kelime-i Şehâdet veya Kelime-i Tevhid olduğunu söyler. Kelime-i Şehâdet bir ağaçtır. Kökü, mü’min kulun sözünde ve kalbinde, dallar‎ ise göklerdedir. Her zaman meyve vermesinden maksat da, zikreden kulun gece-gündüz Allah’ı‎ zikretmesidir. Meyveleri ise kulun Kelime-i Şehâdet’in gereğini yerine getirmesidir.

3/9

Bu yüzdendir mü’minlerin amellerinin semalara yükselmesi, orada değerlenmesi. Kelime-i habîse (çirkin kelime) ise, ş‏irk, küfür ve imans‎ızl‎ık belirten sözdür. Allah’‎ inkâr etmektir. Bu da sahibini hem bu dünyada hem de ahirette felaketlere sürükler.

Kelime-i Şehâdet veya Kelime-i Tevhid getiren hiçbir kimse yaş‏ayışı‎‏‎ Müslüman’ca olmasa bile Allah’a ‏şirk ko‏şmad‎ً‎ığı müddetçe; küçümsenemez, öldürülemez, kafirlikle itham edilemez, Kı‎l‎ً‎ına, kı‎yafetine, yaş‏ay‎‏‎ışına bak‎ılıp da yargılanamaz. Hz. Peygamber (s.a.v.), mü‏şriklere karşı‏‎ Müslümanlardan müteş‏ekkil bir ordu göndermişti. Askerler müş‏riklerle karşı‏‎la‏‎şınca, aralar‎nda çok ‏şiddetli bir savaş‏ oldu. Mü‏şrikler mağlup oldular. Sonra Müslümanlardan bir asker, mü‏şriklerden birine m‎zrakla saldı‎rdı‎. Müş‏rik hemen “Eş‏hedü enlâ İlâhe İllallâh, ben Müslüman’‎m” dedi. Fakat Müslüman asker ona m‎zrağı‎nı‎ saplayıp ölümüne sebep oldu. Daha sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yan‎ına gelip “Helak oldum (büyük günah i‏şledim) ey Allah’‎n Resûlü!” dedi. Hz. Peygamber de: “Ne yapt‎n?” deyince, asker de yapt‎ً‎ığın‎ı anlatt‎ı. Bu defa Peygamberimiz (s.a.v.): “Kalbini yar‎ıp da baktı‎n mı‎?” dedi. Adam: “Ey Allah’‎n Resûlü! Eğer kalbini yarsaydım içindekini bilebilir miydim?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Sen adam‎n hem sözünü kabul etmiyorsun, hem de kalbindekini bilmiyorsun. Olur mu böyle ‏şey?” dedi. Sonra Peygamberimiz adam hakkı‎nda bir ‏ey söylemedi. Adam da az bir zaman ya‏şad‎ı ve nihayet öldü. Onu defnettiler. Ertesi günü adam‎ın cesedi toprak üstünde görüldü. İnsanlar, belki de bir dü‏şman kabrini de‏şip eziyet için ç‎karmış‎‏tı‎r dediler. Onu tekrar defnettiler. Gençlerden baz‎ıları‎na da mezar‎ ba‏‎şında nöbet tutmalar‎ını‎ söylediler. Buna rağmen ceset tekrar mezarından d‎‏ışarı‎ atı‎ld‎ı. Nöbetçi gençler uyumuş‏ olabilir düş‏üncesiyle bir kere daha defnedip, bu sefer de mezarı‎ sahabeler bekledi. Ertesi gün yine cesedi kabirden d‎‏ışarı‎ at‎ıldı‎. Durumu Resûlullah (s.a.v.)’e haber verdiler. Hz. Peygamber: “ Bu toprak ondan daha ‏şerir insanlar‎ı kabul eder. Fakat Allah Teâlâ size ‘La İlahe İllallah’ kelimesinin hürmetini ve büyüklüğünü göstermek için ders vermek istedi, buyurdu.” [4 ]

İhlasla söylenen "kelime-i şehadet"in ağırlığı konusunda Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bir gün, ihlâsla söylenmiş bir kelime-i şehâdet’in, âhirette mü’minin terâzisinin sağ kefesini nasıl yükselteceğini şöyle anlatmışlardır:

“Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ kıyâmet günü, ümmetimden bir adamı halkın içerisinden alır ve onun için doksan dokuz adet büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar kocamandır. Allah Teâlâ adama sorar:

- Bu defterlerde yazılı olanları inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?

4/9



Kul:

- Hayır, ey Rabb’im, (hepsi doğrudur!) der.

Allah Teâlâ sorar:

- (Bunları işlemenden dolayı açıklamak istediğin) bir özrün var mı?

Kul:

- (Beyan edecek bir özrüm) yok, ey Rabb’im, der.

Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ:

- Evet, senin bizim yanımızda (büyük ve makbul) bir de hasenen (iyiliğin) var. Biz bugün sana zulmetmeyeceğiz! buyurur. Hemen bir kart çıkarılır. Üzerinde, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah” (Mânası: Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur… ve yine ben şehâdet ederim ki, Muhammed Allâh’ın Resûlü’dür.) yızılı.

Sonra Allah Teâlâ buyurur:

- Ağırlığını (yani ibâdetlerini ve sâlih amellerini) hazırla!

Kul sorar:

- Ey Rabb’im! Bu defterlerin yanındaki şu kart da ne?

Allah Teâlâ ona (tekrar):

- Sana zulmedilmeyecektir! buyurur.

Hemen defterler mîzânın bir kefesine konulur, kart da diğer kefesine… Tartılırlar. Neticede defterler hafif kalır, kart ağır basar. Esasen Allâh’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz!” [5]



KELİME-İ TEVHİD :

لآ إلهَ إلاّ اللهُ محمّدٌ رَسولُ اللهِ

Tevhîd birleştirme, birleme, bir olduğunu kabul etme ve bu şekilde inanma demektir. Istılahi manası ise; Allah'tan başka ilâh olmadığına iman etmek, O'ndan başka Rab ve Ma'bud tanımamaktır.

Başka bir deyişle; ihtiva ettiği manaya gönülden inanarak "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlüllah" sözünü söylemektir. iste "Allah'tan başka ilâh yoktur Muhammed Onun Rasûlüdür" anlamına gelen bu söze "Kelime-i Tevhîd" denir.

"Kelime-i Tevhîd " tüm semâvî dinlerin ortak inanç esaslarının temelini teşkil eder. Bu temele dayanmayan inanışların ve ibadetlerin tümü batıldır, Allah'ın yanında makbul değildir. Nitekim, Cenab-ı Allah'ın göndermiş olduğu elçilerinin tümüne vahyettiği ve insanlara tebliğ edilmesini istediği en önemli husus, "Tevhîd" inancının esasini teşkil eden bu kutsal kelimedir. Hak Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de, son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s)'e hitaben:

وَمَآ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪يٓ اِلَيْهِ اَنَّهُ لَآ اِلٰهَ اِلَّآ اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ ﴿25﴾

“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım: "Gerçek şu ki benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet edin." [6](Enbiyâ:21/25) buyurmakla bu gerçeği dile getirmiştir.

Allah'tan başka ilâh tanımamak ve yalnızca O'na ibadet etmek tüm semâvî dinlerin ortak hedefidir. En güzel ifadesini "Kelime-i Tevhîd"de bulan bu husus, ehemmiyetine binaen, hem Kur'ân-i Kerîm'de, hem de Rasûlüllah (s.a.s.)'in hadislerinde çokça zikredilmiştir. Kur'ân'da:

﴿255﴾..... اَللّٰهُ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ



"Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır…" [7] (Bakara: 2/255)

اَللّٰهُ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰى ﴿8﴾

"Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur" [8] (Tâhâ:20/8)

﴿102﴾..... ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ

"O, sizin Rabbiniz olan Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısı O'dur…" [9] (En'âm: 6/102)

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿88﴾

"Allah ile birlikte başka bir ilâh çağırma. O'ndan başka ilâh yoktur. O'nun zatından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz" [10] (Kasas: 28/88) buyurulmaktadır.

Rasûlüllah (s.a.v.)'in hadislerinde de "Kelime-i Tevhid"le ilgili şu ifadelere rastlıyoruz:

"Her kim, Lâ ilâhe illâllâh der ve Allah'tan başka tapılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına dokunmak haram olur. Hesabı da Allah'a kalmıştır." [11]

Süfyân bin Uyeyne (725-813) hazretleri buyurmuştur ki:

“Maddî hayatın devamı için dünyadaki su ne kadar mühimse, mânevî hayat için de, ‘Lâ ilâhe illallah’ kelime-i tevhîdi o kadar, hatta ondan daha fazla ehemmiyet arz eder. Bu kelimenin ulvî mânâsını kalbine, rûhuna sindirebilen kimse diridir. Bu yüksek mânâyı rûhuna nakşedemeyen kimse ölüdür. Zira Allah Teâlâ’nın kullarına ihsân ettiği nimetlerin en büyüğü bu kelimedir.”

Beyhakî’nin (r.a.) Ebudderdâ’dan (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Yüz kere ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen (ve buna her gün devam eden) bir kimseyi, Allah Teâlâ kıyâmet gününde, yüzü ayın on dördü gibi parlak ve güzel olarak haşr edecek (diriltecek)tir. Ve o gün, o şahsın amelinden daha güzel bir amel, yükseltilip kabul edilmeyecektir. Ancak onun gibi veya daha fazla (Kelime-i tevhîd zikrine) devam eden kullar müstesnâ.” [12]

Ebû Ya’lâ’nın (r.a.) Hz. Ebû Bekir’den (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Lâ ilâhe illallah’ demeniz ve istiğfâr etmeniz lâzımdır. O halde bu ikisini çokça söyleyiniz. Zira şeytan diyor ki: ‘Günah işlemek zevkini insanların kalbine atmak suretiyle onları helâk ederim. Onlar ise, Lâ ilâhe illallah (kelime-i tevhîdi) ve istiğfar ile beni helâk ederler. Bundan dolayı ben de, bu hâli gördüğüm vakit, onların heveslerini uyandırıp nefsânî arzuları ile bana uyanları helâk ederim. Halbuki onlar, hidâyet yolunda olduklarını zannederler.” [13]

Hz. Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:

Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Kim çarşıya girince, ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ Anlamı: (“Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona mahsustur (onundur). Hayatı da ölümü de o verir. Kendisi hayydır (diridir), ölümsüzdür. Her türlü hayır-iyilik onun elindedir. O her şeye kadirdir.”) temcid (yüceltme-ululama) kelimelerini okursa, Allah ona bir milyon sevap yazar, bir milyon günahını affeder ve mertebesini de bir milyon derece yüceltir.” [14]

Bütün hadîs âlimleri, müfessirler, müellifler, şârihler bunu okuyan mü’mine verilen bu mükâfat ve müjde karşısında hayretlerini gizleyememişlerdir. O bakımdan bu duâyı kendimiz ihmâl etmediğimiz gibi, çoluk-çocuğumuza, yakınlarımıza, konu-komşumuza da mutlaka öğretmeliyiz. Bunun ehemmiyetini onlara da anlatmalıyız.

Tîbî rahımehullah’ın açıklamasına göre, çarşı-pazar gibi alış-veriş yerleri, hadîs-i şeriflerde, Allâh’ı zikre karşı en çok gaflet edilen mahaller olarak anlatılmıştır. Bir başka ifade ile buralar, daha çok şeytanın hükmünün geçerli olduğu ve askerlerinin toplandığı yerlerdir. O bakımdan buralarda zikir, şeytanla savaş ve onun askerlerini hezîmete uğratmak demektir. Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bu hadîs-i şeriflerinde, şeytana karşı bu savaşı veren kimsenin Allah indinde kavuşacağı ecri-mükâfâtı müjdelemektedir.

Kişi, ecrini,sevabını düşünerek, çarşıya girmeden bu tevhid-temcid-tehlil kelimelerini okursa, oranın yoğun gafletine karşı tedbirini almış, şuur ve idrâkini zikre hazırlamış olur, gaflete düşmez.

Bu temcid kelimelerinin okunma şekli, mutlak olarak ifade edilmiştir; dileyen sesli okur, dileyen sessiz.

Ve yine Tîbî rahımehullah der ki; Kim çarşıda-pazarda Allâh’ı zikrederse, o kişi, haklarında Cenâb-ı Hakk Kur'an'da şöyle buyurur:

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَآءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ ﴿37﴾

"Onları ne ticaret ve ne de alış-veriş, Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar" [15] (Nûr: 24/37) buyurduğu zümreye-gruba dâhil olur.

Sonuç olarak; Cenabı Allah’ı‎n Kelime-i şehâdet’le göçmeyi nasip ettiği insan imanlı‎ insandı‎r. Ve böyle bir insan, i‏şlediği günahlardan elbette tövbe etmiş‏ veya günahlar‎ı affa uğram‎‏ olur. “Nası‎l yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz." Velhâs‎ıl cennet anahtarı‎ ve parolası olan Kelime-i Şehâdet ile âhirete intikâl edebilmek için onun muhtevâs‎ında bir hayat yaş‏amal‎ıy‎ız. Kelime-i Şehâdet’i hakkı‎yla getirip, anlamını‎ bilip, ona göre davrananlardan olmamı‎zı‎ nasip etsin yüce Allah!

Sohbetimizi Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri'nin şu dörtlükleri ile bitirmek istiyorum :

Buyruğun tut Rahman’‎ın
Tevhîde gel tevhîde
Tâzelensin îmân‎ın
Tevhîde gel tevhîde

Sakı‎n nefse inanma
Kendini bildim sanma

Şirk ateşine yanma
Tevhîde gel tevhîde

Olmaz sevdâlardan geç
Mevti anar mı‎sı‎n hiç?
Yolcu gider kalma geç
Tevhîde gel tevhîde